23 NISAN VE "OKUYUP BüYüK ADAM OLMAK" HAYALI

Çocuklarda ve gençlerde artık "okuyup büyük adam olma" hayalinin kalmadı

 
Sosyolojik, kültürel ve ekonomik açıdan daha alt katmanların çocuklarında ve gençlerinde “okuyup büyük adam olma” hayali ve umudu neredeyse kalmadı. Bu vizyon küçül(t)mesi ise sanırım belli ölçüde bilinçli bir tercih.
 
23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlandığı bu günlerde dikkatimi çeken ve üzüldüğüm en önemli hususlardan biri, çocuklar ve gençler için hem Cumhuriyet’in fırsat eşitliğinin fiilen ortadan kalkması, hem de “okuyup büyük adam olma” hayallerinin tükenmiş olması.
60’ların sonu ve 70’lerin başında doğmuş bizim kuşakta bile ailesinin sosyolojik, kültürel, mali ve eğitim seviyesi ne olursa olsun ve hatta kendisinin başarı durumu ne olursa olsun, hemen her çocuğa sık sık sorulan “büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna hemen her çocuğun verdiği yanıt hiç de alçak gönüllü olmazdı!
Hemen her çocuk, büyüyünce doktor, mühendis, avukat, hakim, kaymakam, subay veya pilot olacağını söylerdi.
Üstelik bunu söylerken hiç olmayacak bir hayalin peşinde imiş gibi davranmazlardı.
Gerçekten de olabileceklerini düşünerek söylerlerdi.
Köylü, çiftçi, esnaf, işçi ve küçük memur çocukları bile çevrelerinden, yakınlarından ve tanıdıklarından birilerinin zor koşullarda olsa da bu tür üst seviye mesleklerden birine girmeyi başardığını bilirdi veya duyardı.
Dolayısıyla bu tür üst seviye konumlar onlar için ileride ulaşılamaz görülmezdi.
Çalışırsa, çabalarsa ve okullarda başarılı olursa, yani iyi “okursa” Sistemin hak edene hakkını vereceğine ve kendisinin üst konumlara gelmesinin mümkün olduğuna dair bir inanç vardı.
 

Gerçekçi hayallerin mimarı Altan Günalp

Kendimden örnek vereyim.
Anadolu’nun güneyinde küçük bir ilçede (Mut) dar gelirli, ilkokul mezunu ve küçük memur (postacı) bir babanın ve ev hanımı bir annenin üç çocuğundan biri olarak, hiçbir zaman kendimi de gelecekte öyle bir yerde küçük memur olarak hayal etmedim.
Hep okuyup “büyük adam” olacağımı düşündüm.
Sadece kendimin değil, hemen tüm yaşıtlarımın hayali de okuyup “büyük adam” olmaktı.
Gerçi ortaokulda iken hayalim, yaşıtlarımdan biraz farklı olarak, doktor, mühendis, hakim olmak yerine “bilim adamı” olmaktı.
Fen bilgisi dersinde yaptığım bir ödevden (DNA’lar) çok etkilenip, kendimi büyüyünce beyaz önlükler içinde bir laboratuvarda araştırma yapan bir profesör olarak hayal ediyordum.
Alan pek tutmasa da (!) yine de hayalime bir ölçüde ulaştım sayılır.
Burada kastettiğim sisteme güven ise esas olarak merkezi ve objektif sınavlara dayanan ve torpilin ve kayırmacılığın minimum olduğu sisteme dayanıyordu.
Fakir ama akıllıysanız devlet parasız yatılı okullar ya da öğretmen okulları sınavlarını kazanıp parasız yatılı okuyabilir ve ailenizden mali yardım almadan okuyup “büyük adam” olabilirdiniz.
Ailenizin koleje veya özel okula gönderecek imkânı yoksa, fen lisesi veya anadolu lisesi gibi kaliteli devlet okullarının sınavlarını kazanıp bedava yabancı dil öğrenir ve iyi bir lise eğitimi alarak “büyük adam” olabilirdiniz.
Merkezi üniversiteye giriş sınavını kazanmanız ülkenin en iyi üniversitelerinde ücret ödemeden yüksek öğrenim yapmanız ve üst seviye mesleklere gidebilmeniz için yeterliydi. Üniversiteye girişte torpil ve kayırmacılık yoktu.

Sağ olsun rahmetli Altan Günalp!

Daha 1970’lerin başında üniversiteye giriş için belki de dünyada örneği bulunmayan bir merkezi objektif sınav sistemi kurgulayıp tüm ülkede uygulamaya koyan bu muhteşem insan kadar bu ülkenin zeki, çalışkan fakat imkanları kısıtlı çocuklarına ve gençlerine iyiliği dokunmuş başka biri var mıdır acaba?
Üniversite sonrası devlet veya kurumsal özel sektörde nitelikli “post”lar için işe girebilmenizde, açılan objektif giriş sınavlarını kazanmanız yeterliydi. Mülakat ve sözlü aşamasında torpil hiç olmaz değildi. Ama yine de daha istisnai idi ve yazılıyı iyi bir konumda kazananın hakkı kolay kolay yenmezdi.
Söylemeye çalıştığım şey şudur ki; bizim ve bizden önceki kuşağın sosyolojik, kültürel ve ekonomik yönden daha alt kesimlerinin çocuklarının “okuyup büyük adam” olma hususundaki umutları, inançları ve kendilerine güvenleri her şeyden önce bu amacın gerçekçi ve ulaşılabilir olmasından kaynaklanıyordu.
Diğer bir ifadeyle, bu çocukların “okuyup büyük adam olma” umutları ve amaçları vardı. Çünkü bu umut ve amaç gerçekçiydi. Salt hayalden ve rüyadan ibaret değildi.
Hatta belki de büyük adam olmak ulaşılabilir bir amaç olduğu için bu çocuklar böyle konumları rahatlıkla ve kolaylıkla umut edebiliyorlardı.

“Devlet aklı”nın en pozitif örneği

Daha da önemlisi, devlet yönetimi ve siyasi karar vericiler de çocukların kendileri için böyle bir yüksek hedef belirlemelerini görev biliyorlar ve teşvik ediyorlar ve hatta bu konuda bizzat örnek oluyorlardı.
Nitekim bu çocuklara böylesine realist bir hayal kurmayı sağlayan en önemli dayanak, bizzat Cumhuriyetin tüm vatandaşlar için fırsat eşitliğini amaç edinmesidir.
Kemalist Cumhuriyet’in halkçılık ve kanun önünde eşitlikçi temel prensipleri, sonrasında yer yer muhafazakar kesimleri dışlayan bir tür seküler elitizme engel olamasa da, ilke olarak tüm ülke çapında toplumun sosyolojik, kültürel ve ekonomik açıdan daha alt katmanlarındaki zeki ve çalışkan çocuklar için, Batı tipi sosyal devlet anlayışı ekseninde bir tür “özgürleştirme” işlevi görmüştür.
Nitekim söz konusu özgürleştirme fonksiyonunun ideal örneklerinden sayılabilecek Süleyman Demirel ve hatta Turgut Özal örnekleri de bahsi geçen “Anadolu çocukları” için “okuyup büyük adam olma” hayallerinin ne kadar gerçekçi olduğunu kanıtlamıştır.
O halde toplumun her kesiminden çocukların çıtayı oldukça yükseğe koyup ve “okuyup büyük adam olma” yönündeki bu realist hayalleri aslında -adı tam konulmada da- 90’ların sonuna kadar bir devlet politikası idi. 
Böyle bir hayal ateşini bizzat devlet yöneticileri ve siyasi karar vericiler körüklüyor ve tutuşturuyorlardı. 
Çocuklara böyle bir umudun aşılanması bir tür “devlet aklı” eseriydi.

Büyük adam olma hayalleri neden köreldi?

Ne var ki günümüzde gelinen noktada kişisel gözlemlerim, çocuklarda ve gençlerde artık böylesine bir “okuyup büyük adam olma” hayalinin kalmadığı yönünde.
Tabii ki istisnai örnekler mutlaka vardır.
Ama çocuklarda ve gençlerde böyle bir hayalin genel trend olmaktan çıktığı çok açık.
Şu anda gençlerin çok büyük çoğunluğunun kendileri için ideal geleceğin devlette veya kurumsal bir şirkette sabit gelirli ve garantili bir alt-orta seviye maaşlı iş olması sizi de üzmüyor mu?
En biraz okumuşunun bile hayalinin ve gelecek planının devlette orta seviye bir posta “atanmak” olması ve hayallerin seviyesinin çıtasının birkaç on yılda bu kadar aşağılara düşmesi ne kadar acı değil mi?
Geçen yıl Manavgat’ta gittiğimiz bir tatil köyünde hemen tamamı Avrupalı olan tatil köyü müşterilerine garsonluk, temizlikçilik ve ara eleman olarak hizmet etmeyi çok doğal biçimde benimsemiş ve kendilerine gelecek vizyonu olarak maaş garantili ve sigortalı böyle bir yerde çalışmaya devam etme olarak belirlemiş onlarca “yerel” Anadolu gencini görünce, bizim kuşak ile bu kuşak arasındaki gelecek vizyonu farkı kafamda dank etmişti.
Benzer bir olguya Avrupa’da doğup büyümüş 2. veya 3. kuşak Türkiye kökenli “Almancı” gençlerde de tanık olmuştum.
Hemen hepsi (çok az istisna var) alt kademe işler yapmayı kanıksamış ve benimsemiş halde. Tezgahtarlık, taksicilik, garsonluk gibi. “Okuyup büyük adam olmak” şeklinde bir vizyona ve hayale hemen hiçbirinde tanık olmadım. Yine de istisnaları vardır mutlaka.
Oralarda avukat, doktor, mühendis gibi üst seviye konumlara gelebilmiş olanların büyük kısmı ise sonradan oraya gidip zorluklarla tutunmayı başarmış yine bizim jenerasyondan ve hayaller kurabilmiş kişiler.
Çocuklarda ve gençlerde 90’lar ve özellikle 2000’ler sonrası ortaya çıkan bu gelecek vizyonu çıtasındaki büyük düşüşün sanırım en önemli nedeni devlet adamları ve siyasi karar vericilerde artık böyle bir motivasyon niyetinin kalmaması.
Dolayısıyla topluma artık böyle bir vizyonun temel hedef olarak sunulmaması ve pazarlanmaması.
Sınavlarda siyasi torpil ve kayırmacılığın asıl kural haline gelmesi de doğal olarak fırsat eşitliğini tam anlamıyla felç etti.
Bu konudaki somut seçim vaatleri bile tutulmuyor. Niteliksiz veya vasat yandaşlara sınav kazandırmaktan vazgeçilemiyor. “Hak yemek” artık fiilen dinsel günah listesinden çıkarılmış durumda!
Sonuçta, sosyolojik, kültürel ve ekonomik açıdan daha alt katmanların çocuklarında ve gençlerinde okuyup büyük adam olma hayali ve umudu neredeyse kalmadı.
Bu vizyon küçültmesi ise sanırım belli ölçüde bilinçli bir tercih.
Öyle ya, çocuklara ve gençlere kendi çabasıyla “okuyup büyük adam olma” vizyonu aşılandığında tarikat ve cemaatlere ”kurşun askerler” bulmak tabii ki zorlaşacak.
Nitelikli mesleklerde kendisini yetiştirmiş ve özgür düşünce ile sorgulamayı bilen insanları mı dinsel ve şoven hamasete gözü kapalı oy vermeye daha kolay ikna edersiniz? 
Yoksa sizin himmetinizle ve lütfunuzla alt seviye bir sabit maaşlı işe girebilmiş vasat eğitimli ve özgür iradesi pas tutmuş tek tip kalabalıkları mı?
Korkarım bu vizyon erozyonu ile gelecekte, işler iyice sarpa sarınca, futbolda yabancı hakem isteyen kulüpler gibi, yabancı doktor, mühendis, hakim filan talep edecek noktalara geleceğiz!
 

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

]]>

2024-04-23T20:32:55Z dg43tfdfdgfd